Perşembe, Nisan 12, 2007

Değişen Alışveriş Alışkanlıklarımız







Çok değil, daha üç beş yıl öncesine kadar pencereden uzattığımız sepetle ne istersek anında alırdık bakkal amcadan. Ya da kapıcılar birçok işimizi görürdü. Hala alaturka mahallelerimizde devam etse de bu türden alışkanlıklarımız, artık eskisine göre sayıca oldukça azalmış durumda.

Garsonların yaptığı nazik servisle birlikte oturduğumuz yere şöööyle bir yerleşip, afiyetle yerdik yemeğimizi. Ve ardından bir de çay; ooohh! Değmeyin keyfimize. Artık bu türden keyifleri yaşayabileceğimiz yerler de azaldı. Her yerde mantar gibi türeyen fast foodların yüzünden geleneksel yemek anlayışımız da değişti. Bunun bir yansıması olarak Amerikanvari Türk fast-foodları da çoğalıyor her geçen gün.

Haliyle, fast foodların getirdiği yenilikler de oluyor. Ama kimse bunlardan şikâyetçi değil. Artık servisimizi de kendimiz yapıyoruz. Hatta uzun uzun sıralar bekliyoruz MC’lerin King’lerin önlerinde. Üstelik Amerikan emperyalizminin yansıması bu mekânların öylesine temiz, öylesine saf bir algısı var ki üzerimizde; dolaysız olarak tercihlerimizde ilk sıralara yerleşiyorlar. Marka bağlılığımız da üst düzeylerde. Bırakın sıra beklemekten yakınmayı, yarın öbür gün masanızı da temizleyin deseler başımızı eğip sadakatimizi gösterir bir hale geleceğiz.
Aşırı tüketiyoruz.
Reklâmlar, kredi kartları, taksit imkânları, internetten alışveriş gibi tüketimi kolaylaştıran yardımcı unsurlar, alışkanlıklarımızı ve tüketim biçimlerimizi değiştiriyor ve değiştirmeye de devam edecek. Öyle ki, eskiden pencereden uzattığımız sepetle sahip olduğumuzdan daha fazlasına, günümüzde bir tıkla sahip oluyoruz. Patlıcanın iyisini almak için semt pazarlarını karış karış gezerken, artık tek bir merkezden patlıcanı da alıyoruz, soğanı da televizyonu da kazağı da…

Ekmek almak için gittiğimiz marketten bir poşet dolusu ıvır zıvırla çıkıyoruz. Bazen ürünün sergilenişi, bazen fiyatı, bazen tanıtımı ya da cebimizdeki para, ürünün alışveriş arabamıza girmesine sebep oluyor. Bunlar görünen yanları. Görünmeyen daha birçok etken de farkına varmadan fazlaca tüketmemize neden oluyor.

Hani derler ya; “Paran mı var, derdin var” ya da “Ne kadar çok paran var, o kadar çok harcar ve borca girersin.” Aynen öyle. Yalnız; paran olsa da harcıyorsun olmasa da. Binlerce kredi kartı mağdurumuz bunun bir göstergesi değil mi zaten? O kadar çok harcamaya yönlendiriliyoruz ki, gel de harcama. Hemen hemen tüm alışveriş merkezleri o denli stratejik inşa edilir ve ürünler o kadar stratejik bölgelere yerleştirilir ki, farkında olmadan oyuna geliriz.


Tüketmek için yönlendiriliyoruz.
Alışveriş merkezlerindeki çıkış sayısı giriş sayısına göre bilinçli olarak kısıtlı tutulur. Yürüyen merdivenler ve asansörler de merkezin tüm bölgelerinin gezilmesini sağlamak amacıyla en ücra köşelere yerleştirilir. Hatta bazen yürüyen merdivenlerin yönü değiştirilir. Her zaman bir üst kata çıkmak için kullandığınız merdivenin önüne geldiğinizde görürsünüz ki, tam tersi yönde; inmek için kullanılıyor. Alışveriş merkezlerinin fuaye alanlarına da genelde havuzlar ya da daha başka ağaç, heykel, sergi vb. gibi mağazaların önünden geçmemizi sağlayan alanlar oluşturulur. Böylece ister istemez tüm koridoru gezmek zorunda kalırsınız.

Birçok giyim markasında en çok talep edilen mallar mağazanın en ücra köşesine konulur. Böylece müşteriler, o ürünlere ulaşmak için mağazadaki diğer ürünlerin yanından geçmek zorunda kalır.
“Neresi kalabalıksa orası ucuzdur” algısından kurtuluşunuz yoktur. Bu algıyı oluşturmak için ürünler paketler halinde ya da yığılarak sergilenir. Ve böylece çoğu zaman ihtiyacımız olmadığı halde bir sürü şey alırız. Neden? Çünkü ucuzdur. Herkes alıyordur. Öyle bir sergilenir ki ürünler, herkes almak için birbiriyle yarışır. Kurtuluşunuz yok, siz de o kalabalığa karışırsınız. Daha mağazaya girer girmez karşılaştığımız yığma ürünler, koridorlara yerleştirilmiş paletler, sepetler ve bunların önünde birikmiş kalabalıklar sayesinde alışveriş sepetimizi gereksiz ürünlerle doldurup dururuz. Kendimize sorsak; “İhtiyacım yok ama ucuz. Kaçırmak istemedim.” şeklinde bir cevapla karşılaşmamız kuvvetle muhtemeldir. İşte zaten algılatılmak istenen de budur.

Marketlerdeki koridorların sonlarına yerleştirilen ürünler titizlikle seçilir. Öyle ya; o kadar uzun koridoru gelmişsiniz, geldiğiniz noktadan geriye eliniz boş dönmemelisiniz. Temel gıda, ekmek ve et gibi ürünleri almak için mağazayı bir uçtan diğer uca dolaşmak zorunda kalırsınız. Ve dolayısıyla diğer ürünlerin yanından da geçmek zorunda…

Çocuklara hitap eden ürünler özellikle alt raflara yerleştirilir ki onunla göz göze gelebilsinler. Birkaç tane oyuncak da bilinçli olarak açılıp denenmek üzere ortaya bırakılırsa çocukların ilgisi tamamen çekilmiş olur. Yetişkinlerle göz teması kurabilmek için de markalar birbirileriyle yarışırlar. O yüzdendir ki göz hizasındaki raflar daha pahalıdır.


Her şey tek merkezde!
Alışveriş merkezleri sayesinde artık istediğimiz her şeyi tek bir çatı altında bulabiliyoruz. Sadece gıda ya da kıyafet ihtiyacımızı değil, aynı zamanda sinema, tiyatro gibi sosyal ihtiyaçlarımızı da karşıladığımız bu devasa mekânlar, kurallarını kendilerinin belirlediği birer yaşam ya da en kötü tabirle sömürü merkezi oldular.

Birbirileriyle güzellik yarışına giren alışveriş ve yaşam merkezleri, her gün bizden biraz daha zaman ve para çalıyor. Bizler de sahte yüzlerin, robotlaşmış görevlilerin arasında gülücükler saçıyor, mutluluk tabloları çiziyoruz. Onların gözüyle bakıldığında herhangi bir sorun yok. Rekabet etmek, hayatta kalmak için birbirileriyle yarışmak zorundalar. Bu yarış, müşteri bağlamında birçok fırsatı beraberinde getirse de maalesef, farkında olmadan bizleri birer tüketim canavarına dönüştürüyor...

2 yorum:

Adsız dedi ki...

hocam naptın ya döktürmüşsün gene...

Adsız dedi ki...

Ödevimde bana gerçekten çok yardımcı oldunuz. Bu değerli yazınız için teşekkür ederim...